Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

"Andımız" anayasasıyla "kral çıplak" demek mümkün mü?

Türkiye'nin eski söylemin toplumsal sözleşmesiyle "olan"ı temel alan, farklılıklara saygılı yeni bir toplum tasavvuru yaratması mümkün değildir

Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun faaliyetine son vermesi "siyaset"in henüz kurumsallaşamadığını göstermektedir. Bu konuda sivil toplumun yönelttiği ısrarlı talepleri cevaplandıramayan siyaset böylece toplumun oldukça gerisinde kaldığını da ortaya koymuştur. Ancak yaşanılan başarısızlık Türkiye'nin bir anti-anayasa belgesiyle yönetilmesinin önlenememesi ile sınırlı değildir.

"Andımız" anayasası
Yeni bir toplumsal sözleşmenin kaleme alınmasıyla ile her şeyin bir anda değişeceğini savunan bir "anayasa fetişizmi"ne saplanmadan belirtmek gereklidir ki yaşanan başarısızlık Türkiye'nin en önemli sorununun da ötelenmesi anlamını taşımak- tadır.
Türkiye uzun süre tekrarlayarak içselleştirdiği logokratik söylemi sonunda sorgulayarak "kralın çıplak" olduğunu itiraf etmiş ve "ideolojik olarak olması gereken"i değil "olan"ı temel alacağını ilân etmiştir. Ancak bunun "olması gereken" üzerine bina edilmiş, "andımız"ın hukuk diliyle kaleme alınmış şekli olan bir toplumsal sözleşmeyle gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla zikredilen başarısızlık oldukça ağır bir ceza olan cunta anayasasına mahkûmiyetin ötesinde neticeler doğurmaktadır.
Türkiye Erken Cumhuriyet dönemi ile "tek kimlik" temelli, çok kültürlülüğü şiddetle reddeden bir "ethnos" kavramsallaştırmasını toplum tasavvurunun merkezine yerleştirmiştir. Bunun yanı sıra liberal olmayan bir üniversalizm de "kamusal alanda tüm aidiyetlerin dile getirilmesini engelleme" adına hareket etmesine karşılık uygulamada tasavvur edilen ethnosun "tek kimlik"i dışındakileri engelleme vazifesi görmüştür.
Bu nedenle üniversalizm birçok toplumdakinin tersine milliyetçi tasavvurun karşı tezi olmadığı gibi onun aracı haline gelmiş, "eşitlik" ve "kamusal alanı kimliklere kapama" adına egemen olan dışındakilerin o sahaya girmesini yasaklama işlevine koşulmuştur. Başka bir ifade ile tasavvur edilen ethnosun "tek kimliği"ni benimsemedikleri için kamusal alana sokulmayanlar, o sahaya "vatandaş" olarak da girememişlerdir.
Söz konusu liberal olmayan üniversalizm destekli milliyetçi proje Türkiye'ye dar gelmiş ve onu süregelen çatışmaya mahkûm etmiştir. Buna karşılık logokratik söylem projenin ne denli başarılı olduğunu sürekli biçimde tekrarlamış ve tekrarlattırmıştır.
Türkiye kendisini taşıyamayan bu söylemi nihayet bir kenara bırakarak farklılıkları reddetmeyen, "olan"ı tanıyarak onunla kavga etmeyen, değişik kültürlere saygılı bir toplum tasavvuru yaratma iradesini ortaya koymuştur. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Ancak bunun eski söylemin toplumsal sözleşmesiyle gerçekleştirilmesi mümkün değildir.

Seçenekler nelerdir?

Bu açıdan bakıldığında teknik ve yapısal farklılıklarına karşılık "toplum tasavvuru" açısından 1924 sonrasında kullanılan anayasalar birbirleriyle fazlasıyla benzeşirler. Dolayısıyla Türkiye'nin öncelikli sorunu cumhurbaşkanının yetkileri, anayasa mahkemesi üyelerinin kimler tarafından seçileceği benzeri konularda değişiklikler yapılması değil (söylenilmeye çalışılan bunların önem arzetmediği değildir) yeni bir toplum tasavvurunun altyapısının hazırlanmasıdır.
Mevcut tasavvurun Türkiye'yi taşıyamayacağı kabul edildiğinde yönelinebilecek seçenekler ortadadır. Bunlardan ilki şimdiye kadar bir araç olarak kullandığımız sözde üniversalizmin yerini gerçek anlamda "tüm kültürlere kör (culture blind)" bir tarafsızlığı içeren liberal bir üniversalizmin almasıdır. Bunun oldukça uzun bir süredir "ethnos" temelli bir tasavvura dayandırılan ve sözde üniversalizmin bunun hizmetine koşulduğu bir yapılanmada ne denli zor olacağı ortadadır. Ama bu zorluk onun bir seçenek olarak görülmemesini gerekli kılmaz.
İkinci seçenek Jürgen Habermas'ın anayasal vatanseverlik (Verfassungspatriotismus) kavramının önerdiği kamusal alana sahip bir "demos"un yaratılmasıdır. Böylesi bir tasavvur, Jean- Marc Ferry'nin ifadesini kullanırsak, "kültürel, coğrafî ve tarihî değil yasal, ahlâkî ve siyasî" temellere dayalı bir demokrasinin şekillenmesini sağlayacaktır.
Patchen Markell'in belirttiği gibi üniversal değerlere dayalı "anayasal vatanseverlik" sadece farklı bir "aidiyet" yaratmakla kalmamakta aynı zamanda "kimliklendirilmeye gösterilen bir direnci de" bünyesinde barındırmaktadır. "Kültür" değil ilkelere ve yasaların uygulanmasına yönelik aidiyetin kamusal alanın daha "eşitlikçi" paylaşımı ve "kültürün siyaset üzerinde çok daha az etkili olması"nı sağlayacağı ortadadır. Böylesi bir "vatanseverlik" bunun yanı sıra etnik köken ve kültür temelli "aidiyetler"e göre çok daha esnek olabilecek, Habermas'ın "kolektif öğrenme süreci" olarak adlandırdığı "yeni durumlara uyarlanma" kabiliyetini sergileyebilecektir.
Türkiye gibi kimlik siyasetinin temel siyaset biçimi olduğu bir yapıda "siyaset" ve "kültür"ün ayrıştırılması ve "tarih"in belirleyiciliğinin azaltılmasının ne denli zor olduğu ortadadır. Bunun yanı sıra Jan- Werner Müller'in analitik çalışmasında ortaya koyduğu gibi "anayasal vatanseverlik"in yaşama geçirilmesi kâğıt üzerinde gözükenden çok daha fazla sorunun aşılabilmesini gerekli kılmaktadır.
Bu sorunlara dikkat çeken Cecile Laborde benzeri kuramcılar mevcut kimlik yapılarını yerle bir etmek yerine onların sürekli biçimde demokratik denetime tabi tutulmasıyla yaratılacak, katılımcılığı artırıcı ve dönüştürücü "medenî (civil) vatanseverlik"in "anayasal yurtseverlik"ten daha işlevsel olacağını savunmaktadırlar.
Bu görüşü savunanlar, içeriği farklı inanç ve aidiyetlerle çatışmayan, kapsayıcı bir "siyasî bir kimlik"in çok kültürlülük ile daha uyumlu olacağı ve bunun yaşama geçirilmesinin "üniversal ilkelerle anayasa üzerinden tesis edilecek" ilişkinin gerçekleştirilmesinden daha kolay olacağını savunmaktadırlar. Türkiye'de Laborde'un savunduğu türden "demokratik denetim"in ne denli zor olduğu ve kapsayıcı kimlik yaratılmasının ne gibi engellerle karşılaşacağı ortadadır. Bu nedenle toplumumuz açısından en sorunlu seçenek budur. Ama bu da eldeki alternatiflerden birisidir.

Ne engelleniyor?

Türkiye'nin acilen yeni bir anayasa yapmasını zorunlu kılan temel neden yeni bir tasavvurun bir toplumsal sözleşme çerçevesinde dile getirilmesidir. Bunun yapılmaması durumunda Türkiye'nin "olan" ile barış yaparak onu hayata geçirebilmesi mümkün değildir. Türkiye bu alanda farklı seçeneklere yönelebilir; bunlar mevcuttur. Ancak eski söylemi aynen ya da üzerinde kozmetik değişiklikler yaparak sürdürmek çözüm değildir. Bu alanda fazlasıyla üzücü olan ise yeni bir toplumsal sözleşmeyi engelleyerek Türkiye'nin "bölünmesini" önlediklerini zannedenlerin gerçekte bunun tam tersini doğuracak yolun taşlarını döşediklerinin farkında olamamalarıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA